BİRİNCİ BÖLÜM
KARTAL SURP NİŞAN ERMENİ KİLİSESİ MEKTEBİ VAKFI BAŞVURUSU
I. İncelenecek Karar
T.C. Anayasa Mahkemesi 2019/4794 numaralı 18.01.2022 tarihli mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına dayalı Kartal Surp Nişan Ermeni Kilisesi Mektebi Vakfı Başvurusu kararı [1]Anayasa ve AİHS kapsamında değerlendirilecektir.
Konu ile alakalı olması sebebiyle vakfa ait taşınmazlar yönünden, günümüzdeki kamulaştırma işlemleri yönünden usule değinilecek olursa; yol, baraj ve HES projeleri ile, Belediye sınırları içinde imar planı olan alanda park, otopark vs. bir alana isabet eden vakıf taşınmazları başta olmak üzere kamulaştırmalar yapılmaktadır. Burada kamu yararı olan durumlarda kamulaştırma mantığına uygun biçimde kamu yararı olan ve kıymet takdiri yapılan vakıf taşınmazın mevcut durumu ve hangi sebeple kamulaştırılacağı idareye bildirilir. İdare, gelen evrakları inceleyerek taşınmaz için kıymet takdiri yapar. Serbest piyasada taşınmazın ederinin ne olabileceğini, etrafta yapılan aynı ya da farklı işlerdeki kamulaştırmalardaki bedelleri, emlak vergi değerleri ve diğer bilgileri toplayarak hazırlanan ekspertiz raporu ve İdare komisyon kararı ve İdare Makamı uygun görüşü ile ortaya bir bedel konulur. Kamulaştırma için yapılan uzlaşma komisyonunda İdarenin ortaya koyduğu bedelde anlaşılması durumunda konu Vakıflar Meclisince de uygun görülürse bedeller alınarak tapu ferağ işlemleri yapılır. Bedelde anlaşılmaması halinde ise bedele yönelik dava süreci devreye girer ve dava sonucuna göre işlem sürdürülür[2].
II. Uyuşmazlığa Konu Olayın Özeti
Başvurucu İstanbul’da bulunan bir cemaat vakfı olup başvurucuya ait İstanbul İli, Kartal İlçesi, Yukarı Mahallesi’nde bulunan 48 pafta, 588 ada ve 2-4-5-6 sayılı dört ayrı parseldeki taşınmaz malikidir.
Başvurucuya ait dört ayrı parseldeki taşınmazlardan 2 ve 4 numaralı parseldeki taşınmazın birkısmı, 5 ve 6 parseldeki taşınmazların ise tamamı Kartal Belediyesi tarafından yol genişletilmesi amacı ile 28/12/1995 tarihinde kamulaştırılmıştır.
Kamulaştırma bedelinin yüksek takdiri karşısında taraflarca kamulaştırma bedeli konusunda 02/07/1996 tarihinde sözleşme imzalanmış yine aynı sözleşme uyarınca Belediye kamulaştırma bedeli olarak başvurucuya 1.000.000.000TL ödeyecek başvurucu ise buna karşılık kamulaştırma işleminin iptali veya bedelin artırılması hususunda hukuki yollara başvurmayacaktır.
Yine aynı sözleşmenin eki uyarınca Belediye bu kamulaştırma bedeline karşılık birtakım taahhütlerde bulunmuştur. Bu taahhütlerin Belediye tarafından yapılmaması durumunda ise ilk yapılan sözleşmenin geçersiz olacağı ifade edilmiştir.
Bu taahhütler ise şunlardır;
“1- Yıkılacak dükkanların yerine 65,70 m² alanında tek katlı dükkân yapılacaktır.
2- Bahçe duvarının yapım ve kapının değiştirilmesi işlemleri yapılacak, mevcut kuyu ortaya alınacak, giriş tarafının sağı idare odası, solu ise hademe-bekçi odası 10-12 m² civarında olacaktır.
3- Mevcut elektrik trafosu kapının yanına daha uygun bir yere alınacak – ayrıca su tesisatları bağlanacaktır.
4- Mevcut kilise ana binasının damı onarılacak, akan yerlerin tamir işlemleri gerçekleştirilecektir.
5- İç duvarların boyaya gerek duyulan kısımları boyanacaktır.
6- Kilisenin çevreleri ile oturma sıraları verniklenecektir.
7- Ön kapı ile yan kapılar ve ön cephe boyanacaktır.
8- Bahçe içi yerler paledyan olarak düzenlenecektir.
9- Kilise cemaati için bay ve bayan tuvaletleri ayrı ayrı olarak yapılacaktır. Ayrıca idare yöneticisi odasına ve hademe odasına da birer adet WC yapılacaktır.”
Belediye Encümenince 04/07/1996 sayılı karar ile kamulaştırma bedeli sözleşme uyarınca belirlenen bedel olarak belirlenmiş ve 06/08/1996 tarihinde bu bedel başvurucu adına açılan banka hesabında bloke edilmiştir.
Bu arada, taşınmazların da yer aldığı bölge; Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu 10/04/1997 tarihli karar ile kentsel sit alanı olarak tespit edilmiş ve taşınmazların üzerindeki yapılar kültür varlığı olarak tescil edilmiştir.Bu durum Belediye tarafından itiraz konusu yapılmış olsa da bu itiraz Kurulca reddedilmiş olup yine aynı Kurulca 08/06/2000 tarihinde mevcut yolun ana trafik arteri açılana kadar araç yolu, sonrasında ise yaya yolu olarak kullanılabileceğine karar verilmiştir.
Başvurucu, sözleşme yükümlülüklerinin Belediye tarafından yerine getirilmemesi sebebiyle ferağdan kaçındığından, Belediye tarafından taşınmazın kendi adına tescili talebini içerir dava açılmış olup dava 06/06/2007 tarihinde kabul edilmiş, 21/01/2008 tarihinde de kesinleşmiştir.
Başvurucu 2007 yılında, kamulaştırma işleminin iptali için dava açmış olup ilgili idare mahkemesince 22/04/2008 tarihinde zamanaşımı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bu süreçte, Koruma Kurulu farklı tarihli kararlarında bahse konu taşınmazların da içerisinde yer aldığı taşınmazların niteliğinde herhangi bir değişiklik yapmamış olup en son verdiği 13/01/2010 tarihli kararında da yine bu taşınmazların koruması gerekli kültür varlığı olarak tesciline karar vermiştir.
Başvurucu, 13/01/2010 tarihli Koruma Kurulu kararına da atıfta bulunarak 15/03/2012 tarihli dilekçe ile Belediyeye müracaat ile taşınmazların tarihi eser niteliğinde olması sebebiyle genişletilmesinin mümkün olmadığını, bu sebeple kamulaştırma işleminden vazgeçilmesi gerektiği ile taşınmazların iadesini talep etmiştir. Başvurucu bir kez daha 04/09/2014 tarihinde Belediyeye müracaat etmiş olup Belediye, 17/10/2014 tarihinde 2942 Sayılı Kanun m.23 gereğince öngörülen zamanaşımı süresinin dolduğundan bahisle bu başvuruyu reddetmiştir.
Başvurucu, 07/04/2015 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde davalı Belediye aleyhine tapu iptal ve tescil davası açmış; taşınmazların kamulaştırma amacına uygun kullanılmadığı ve kullanılmasının mümkün olmadığı, yine Belediye ile yapılan sözleşme uyarınca belirlenen yükümlülüklerin Belediye tarafından yerine getirilmediğini, yine bir yıllık sürenin başlaması için idarenin tarafa bildirimde bulunması gerektiğini, yine beş yıllık sürenin tescil hükmünün kesinleştiği tarih olan 21/01/2008 tarihinden itibaren başlaması gerektiğini, kendisinin ise 2013 yılı Mayıs ayında bu yönde Belediyeye başvuru yaptığını belirtmiştir.
İstanbul Anadolu 13.Asliye Hukuk Mahkemesi, davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı, taraflar arasındaki sözleşmenin sadece bedele ilişkin olduğunu, iade yönünden bir hüküm içermediğini belirtmiş kamulaştırma amacına uygunluğun değerlendirilmesinin mümkün olmadığını belirterek davanın usulden reddine karar vermiştir.
Başvurucu bu karara karşı 08/02/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunarak daha önceki iddialarını destekler nitelikte;
– Belediye ile aralarındaki sözleşme uyarınca uzlaşılmasına karşın Belediyenin yükümlülüklerini yerine getirmemesi sebebiyle sözleşmenin geçersiz duruma geldiğini, sözleşmenin geçersizliği sebebiyle bahse konu bedelin başvurucu tarafça bankadan alınmadığını,
– Taşınmazların sit alanı içerisinde kalması sebebiyle Koruma Kurulu kararından da anlaşılacağı üzere kullanılamayacağını, bu sebeple kamulaştırma işleminin hukuki temelden yoksun kaldığını,
– İBB Trafik Planlama Daire Başkanlığı verileri dikkate alındığında da yolun genişletilmesi yönünden bir projenin bulunmadığını,
– Yargıtay’ın sözleşmenin geçersizliği hususunu gözden kaçırdığını,
– AİHM’in emsal teşkil edebilecek nitelikteki kararlarının tatbiki durumunda kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmayan taşınmazların herhangi bir süre koşuluna bağlanmaksızın iade edilmemesi durumunda mülkiyet hakkının ihlal edildiğini,
– Aynı yolda bulunan bitişikteki taşınmazların kamulaştırılmaması karşısında azınlık vakfına ait taşınmazların kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılamayacağının anlaşılmasına rağmen kamulaştırma sonucu iade edilmemesinin ayrımcılık teşkil ettiğini, iddia etmektedir.
İKİNCİ BÖLÜM
MERCİ KARARLARI
I.Yerel Mahkeme Kararı
Başvurucu dosyadan tam olarak anlaşılamayan bir tarih olan 2007 yılında, kamulaştırma işleminin iptali için dava açmış olup ilgili idare mahkemesince 22/04/2008 tarihinde zamanaşımı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Başvurucu, 13/01/2010 tarihli Koruma Kurulu kararına da atıfta bulunarak 15/03/2012 tarihli dilekçe ile Belediyeye müracaat ile taşınmazların tarihi eser niteliğinde olması sebebiyle genişletilmesinin mümkün olmadığını, bu sebeple kamulaştırma işleminden vazgeçilmesi gerektiği ile taşınmazların iadesini talep etmiştir. Başvurucu bir kez daha 04/09/2014 tarihinde Belediyeye müracaat etmiş olup Belediye, 17/10/2014 tarihinde 2942 Sayılı Kanun m.23 gereğince öngörülen zamanaşımı süresinin dolduğundan bahisle bu başvuruyu reddetmiştir.
Başvurucu, 07/04/2015 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde davalı Belediye aleyhine tapu iptal ve tescil davası açmış; taşınmazların kamulaştırma amacına uygun kullanılmadığı ve kullanılmasının mümkün olmadığı, yine Belediye ile yapılan sözleşme uyarınca belirlenen yükümlülüklerin Belediye tarafından yerine getirilmediğini, yine bir yıllık sürenin başlaması için idarenin tarafa bildirimde bulunması gerektiğini, yine beş yıllık sürenin tescil hükmünün kesinleştiği tarih olan 21/01/2008 tarihinden itibaren başlaması gerektiğini, kendisinin ise 2013 yılı Mayıs ayında bu yönde Belediyeye başvuru yaptığını belirtmiştir.
Belediye tarafından sunulan cevap dilekçesinde, Koruma Kurulu ile birlikte ortak proje üzerinde çalışmalara devam edildiğini, ana trafik arteri açılana kadar mevcut yolun trafiğe açık kalmasına ancak sonrasında yaya yolu olarak kullanılmaya devam edilmesine karar verildiği belirtilmiştir. Yine aynı dilekçede 2942 Sayılı Kanunun 23.maddesi uyarınca zamanaşımının dolduğu ve tescil kararının kesinleştiği tarih üzerinden yaklaşık yedi yıl geçtikten sonra bu davanın ikame edildiği savunulmuştur.
Asliye Hukuk Mahkemesi 24/11/2015 tarihinde davayı hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle usulden reddetmiş olup gerekçede Belediye tarafından taşınmazlar üzerinde halihazırda bir tasarruf yapılmadığı belirtilmiştir. Kararda, 2942 sayılı Kanun’un 23. maddesinin birinci fıkrasında kamulaştırma bedelinin kesinleşmesi tarihinden itibaren beş yıl içinde, kamulaştırmayı yapan idarece kamulaştırma ve devir amacına uygun hiçbir işlem veya tesisat yapılmaz ya da kamu yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis edilmeyerek taşınmaz mal, olduğu gibi bırakılırsa mal sahibi veya mirasçılarının kamulaştırma bedelini aldıkları günden itibaren işletilecek kanuni faiziyle birlikte ödeyerek taşınmaz malını geri alabileceklerinin hükme bağlandığı ifade edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi taraflar arasındaki sözleşmenin sadece bedele ilişkin olduğunu, iade hakkına ilişkin herhangi bir hüküm içermediğini vurgulamış olup davanın 2942 sayılı Kanun’un 23. maddesinde öngörülen süre içinde açılmadığından bahisle usulden reddine karar vermiş olup esasa ilişkin bir değerlendirme yapmamıştır.
II.Yargıtay Hukuk Dairesi Kararı
Başvurucunun yerel mahkeme kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurusunda yargılama safhasındaki görüşlerine ek olarak AİHM’in bazı kararlarına da atıfta bulunarak kamulaştırılmanın üzerinden yirmi yıldan fazla zaman geçtiği halde kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmayan taşınmazların iade edilmemesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini belirtmiştir.
Yargıtay 5.Hukuk Dairesi 27/03/2018 tarihinde yerel mahkeme kararını farklı bir gerekçeyle onamış olup onama kararında, Belediyenin Koruma Kuruluna yaptığı başvuruların ve Kurul kararlarının hepsinin kamulaştırma amacına yönelik birer işlem olduğunu belirtmiş olup bu gerekçe çerçevesinde taşınmazın iadesi şartlarının oluşmadığını ifade etmiş ve Asliye Hukuk Mahkemesi kararında herhangi bir isabetsizlik bulunmadığını belirtmiştir.
III.AYM Kararı
Başvurucu tarafından Yargıtay Hukuk Dairesince verilen karar önceki iddialarına ek olarak, sözleşmenin yerine getirilmemesi sebebiyle geçersiz olması sebebiyle kamulaştırma bedelinin başvurucu tarafından teslim alınmadığı, taşınmazların sit alanı içerisinde kalması sebebiyle işlemin hukuki temelden yoksunlaştığı bu sebeple iadesi gerektiği, ayrıca İstanbul Büyükşehir Belediyesi Trafik Planlama Daire Başkanlığı verileri de dikkate alındığında yolun genişletilmesi biçiminde projenin bulunmadığı, Yargıtayın sözleşmenin geçerliliğini yitirdiği hususunu gözden kaçırdığını, kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmayan taşınmazların herhangi bir süre koşuluna bağlanmaksızın iadesi gerektiği, aynı yolda bulunan bitişikteki taşınmazların kamulaştırılmayıp sadece azınlık vakfına ait taşınmazların kamulaştırılmasının ve taşınmazların kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılamayacağı anlaşılmasına rağmen iade edilmemesinin azınlık vakıflarına yönelik ayrımcılık teşkil ettiğini ayrıca kamulaştırma sürecinin yaşandığı dönemde vakıf yöneticilerinin idari azil baskısı altında bulunmaları sebebiyle dava açamadıkları iddiası ile bireysel başvuruda bulunmuştur.
AYM yönünden bahse konu karar mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiş olup başvurucunun ayrımcılık yasağına yönelik şikayetinin ise temellendirilemediğinden bahisle incelenmesine gerek görülmemiştir.
AYM, iddiaların kabul edilebilir olduğunu tespitinin akabinde, esas yönünden meşru amacın ölçülülük ilkesi ile birlikte değerlendirmiş olup bunun sonucunda kamu yararının soyut olarak bulunmasının yeterli olmadığını, amacın somut olarak da gerçekleştirilmesi gerektiğini ancak bunların gerçekleşmesi durumunda Anayasa m.13, 35 ve 46’ya uygun düşeceğini belirtmiştir.
Somut olayda Belediye tarafından kamulaştırılan taşınmazlar kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmadığı gibi kamu yararına yönelik başka bir amaca da tahsis edilmediğini, Yargıtayın onama kararında Belediyenin taşınmazları kamu yararı doğrultusunda kullanılmak üzere Koruma Kurulu ile yaptığı yazışmaların taşınmazların kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmasına yönelik olduğu belirtilerek iade koşullarının oluşmadığı kabul edilmiş ise de dosyada bulunan ve derece mahkemesindeki yargılamalar sırasında Asliye Hukuk Mahkemesine sunulan belgeler incelendiğinde taşınmazların yol olarak kullanılmasına yönelik hiçbir adımın atılmadığından bahisle Koruma Kurulu kararlarından taşınmazların bulunduğu bölgedeki yolun genişletilmesinin mümkün olmadığının belirtilmesi karşısında diğer tarafça kamulaştırılan taşınmazların yol dışındaki bir amaca tahsis edildiği de iddia edilmemiştir. Bu koşullarda Belediye tarafından yapılan yazışmaların ve Koruma Kurulu kararlarının taşınmazların kamulaştırma amacı doğrultusunda tesis edilmiş işlem olarak kabulü mümkün görülmediği değerlendirmesi AYM tarafından yapılmıştır.
Öte yandan taşınmazlarla ilgili olarak Koruma Kuruluyla yazışmaların yapılmış ve yapılıyor olması, kamulaştırıldığı tarihten çok kısa bir süre sonra kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmasının önünde hukuki engellerin bulunduğu anlaşılan taşınmazların kamu yararı amacına tahsis edilmeksizin Belediyenin elinde tutulmaya devam edilmesine haklı bir gerekçe oluşturmadığı, kamu makamları kamulaştırdıkları her bir taşınmaz yönünden makul kabul edilebilecek bir süre içinde kamulaştırma amacına veya kamu yararına uygun hareket etmekle yükümlü olduğu aksi hâlde yapılan kamulaştırma işlemlerine konu taşınmazlardan bir kısmının kamulaştırma amacına veya kamu yararına uygun kullanılmamasının önünün açılacağı ve bu taşınmazların yalnızca gelir sağlamak amacıyla devredilmeleri kaçınılmaz olacağı da yine AYM tarafından belirtilmiştir.
Sonuç olarak başvurucunun taşınmazlarının kamulaştırıldığı tarihten bu yana kamulaştırma amacına uygun veya kamuya yararlı başka bir amaçla kullanılmadığı açıktır. Bu kapsamda, kamulaştırma tarihinden bu yana geçen sürenin uzunluğu ve söz konusu taşınmazların değerinde bu sürede yaşanan artış dikkate alındığında başvurucunun mülkün oluşturduğu artı değerden yoksun bırakıldığı ve taşınmazların iadesi yoluna da gidilmediğinden ve uğradığı zararın tazmini yoluna da gidilmediğinden müdahalenin başvurucuya aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediği, kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasındaki adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu sonucuna varılmıştır.
Bu durumda, başvurucunun talebi doğrultusunda mülkiyet hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılarak ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması gerekmektedir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HUKUKİ DEĞERLENDİRME
I.Hukuki Sorun
Bahse konu uyuşmazlığa bakıldığı zaman bu uyuşmazlık yönünden 2942 Sayılı Kanun m.23 uyarınca eski malikin taşınmazlarını geri alma koşullarının veya tazminat koşullarının oluşup oluşmadığı, oluştu ise bu hakkın kullanımının süresi içerisinde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin Anayasa m.13, m.35 ve m.46 bağlamında değerlendirilmesi ile hukuka uygun olmayan bir müdahalenin var olup olmadığının ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
II.Kararın Değerlendirilmesi
-Anayasa Yönünden
Mülkiyet hakkı, Türk hukuku mevzuatında tam olarak tanımlanmış olmasa da hak sahibine en geniş yetkilerin verildiği ayni bir hak olup Anayasa 46. maddesi kamu yararı gerekçesiyle kamulaştırma yapılmasına olanak sağlamış ve böylece mülkiyet hakkının özüne dokunacak bir müdahaleyi mümkün kılmıştır. Ancak kamulaştırmada, taşınmazın gerçek karşılığının ödenmesi halinde mülkiyet hakkı paraya çevrilmek suretiyle korunmuş olacağından “öze dokunma” bu durumda “sınırlama” niteliğine dönüşmüş olacağı görüşü benimsenmiştir. Dolayısıyla kamu yararı mülkiyet hakkının kapsamını belirleyen en önemli etkenlerden biri sayılmaktadır.
Kamu yararı, kişisel çıkarların toplamı olmayıp, bunlardan bağımsız da değildir. Diğer bir ifadeyle kamu yararı, muhtelif kişi ve grupların yararları arasında bir denge kurmaktan ibarettir. Aynı zamanda kamu yararı, idarenin faaliyetlerinin hukuka uygun olmasının bir ön şartıdır. Çünkü idare, özel kişilerin aksine ancak kamu yararı amacıyla hareket edebilir[3] Bu nedenle idare, belli bir kamu yararı amacını gerçekleştirmek için kendisine tanınmış olan bir yetkiyi bu amaca aykırı olarak kullanamayacağı gibi, bir başka kamu yararı amacıyla da kullanamaz[4].
Kamu yararı amacıyla mülkiyet hakkının sınırlandırıldığı işlem olan kamulaştırma işlemi ise Anayasa m.46 uyarınca düzenlenmiş olup kamulaştırma, mülkiyet hakkına getirilen en önemli sınırlamadır. Kamulaştırma işlemi ile taşınmaz malikinin sahip olduğu mülkiyet hakkı ortadan kaldırılmaktadır[5]
Başvurucunun iddialarına ayrıntılı olarak önceki başlıklarda yer verilmiş olup başvurucunun 2942 Sayılı Kanun m.23 uyarınca taşınmazı geri alma şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Ayrıca görüldüğü üzere geri alma hakkı çok katı hükümlere bağlanmıştır.
ŞARTLAR;
1-Malikin 22. Madde Hükümlerine Göre Geri Almayı Kabul Etmemiş Olması Halinde 23. Maddeye Göre Geri Alma Hakkının Kullanılması
2-Kamulaştırma Bedelinin Kesinleşmiş Olması
3-Kamulaştırma Bedeli Kesinleştikten Sonra Beş Yıl Geçmiş Olması
4-Beş Yıl İçerisinde İdare Tarafından Kamu Yararına Yönelik Herhangi Bir İşlem veya Tesisat Yapılmamış Olması
5-Malikin veya Mirasçılarının Kamulaştırma Bedelini Yasal Faiziyle Birlikte İdareye Geri Ödemeleri
6-Malikin veya Mirasçılarının Geri Alma Taleplerini Beş Yıl Geçtikten İtibaren Bir Yıl İçerisinde Bildirmesi
Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas yönünden tartışmalı olan asıl başlık ve hukuki sorun, meşru amacın gerçekleşip gerçekleşmediği ile ölçülülük ilkesinin değerlendirilmesidir.
Kamulaştırma işleminde, idare kamulaştırdığı taşınmazı kamu hizmetine özgülemek ile mükelleftir. Aksi halde kamulaştırma işlemi dolayısıyla kamu gücünün kullanımı meşruluk zemininden uzaklaşmış olacaktır. Ancak kamu gücünün meşruluğu sadece kamulaştırmanın yapıldığı aşama ile sınırlı değildir. Kamu gücünün meşruluğu, kamulaştırılan taşınmazın kamulaştırma amacına veya kamu yararı amacına özgülenmesi gereken safhada, söz konusu amacın gerçekleşip gerçeklemeyeceğine kadar uzanmaktadır.
Taşınmazın kamulaştırılmasında var olması gereken kamu yararının başlangıçta var olmakla birlikte bir süre sonra ortadan kalkması da mümkündür. Yani kamulaştırma için gerekli işlemlere başlanıldıktan sonra taşınmazın kamulaştırılması için gerekli olan kamu yararı bir süre sonra varlığını yitirebilmektedir. Bu durum bazen kısa süre içinde bazen ise kamulaştırma sürecinin ilerleyen aşamalarında gerçekleşebilmektedir[6]. Başvurucunun yaşadığı süreç değerlendirildiğinde, başvurucuya ait taşınmazlar 1995 yılında kamulaştırma işlemine konu edilmiş olup bireysel başvuru tarihine kadar Belediye tarafından kamulaştırma amacına uygun hiçbir işlem yapılmamış olup yine kamu yararı amacına özgülenmesi gereken başkaca bir işleme de konu olmamış, konu olabileceği yönünde Belediyece de bir irade sergilenmemiştir. Bununla birlikte, bu yönde bir irade sergilense dahi sit alanı içerisinde kalması sebebiyle yolun genişletilmesi imkan dahilinde bulunmadığından 2942 Sayılı Kanun m.22 —Kamulaştırmanın ve bedelinin kesinleşmesinden sonra taşınmaz malların kamulaştırma amacına veya kamu yararına yönelik herhangi bir ihtiyaca tahsisi lüzumu kalmaması halinde, keyfiyet 13 üncü madde hükmü uyarınca mal sahibi veya mirasçılarına duyurulur. Bu duyurma üzerine mal sahibi veya mirasçıları, aldığı kamulaştırma bedelini üç ay içinde ödeyerek taşınmaz malını geri alabilir.– hükmü karşısında Belediyenin kendi uhdesinde tuttuğu taşınmazı eski malike iade etmekten kaçınamaktadır. Doktrindeki baskın görüş, kamulaştırma işleminin salt kamu hukuku işlemi niteliğinde olduğu yönündedir. Bu görüşe göre, idare kamulaştırma işleminde hakim durumda olup, özel hukuk kişilerinin mülkiyetinde olan taşınmazlara rızalarına bakılmaksızın el koymaktadır. Kamulaştırma işlemi bu şekilde idarenin tek yanlı üstün iradesi ile ve idare hukuku kurallarına göre gerçekleşmektedir[7]. Dolayısıyla idarenin talebini zorla kabul ettirdiği ve malikin idare ile eşit durumda olmadığı bir işlem olduğu da gözetildiğinde mülkiyete yönelik müdahalenin varlığının AYM tarafından tespiti hususu bizce isabetlidir.
-AİHS Yönünden
AİHS; mülkiyet hakkını, 1 no’lu Ek Protokol’ün 1. maddesi kapsamında tanımış olup Ek Protokol’ün 1. maddesinin ilk paragrafındaki “kanunda öngörülmüş şartlara bağlı” ifadesinden açıkça anlaşılacağı üzere mülkiyet hakkına müdahale kanunilik ilkesine uygun olmalıdır. Ayrıca Devletin amacının meşruluğu ve orantılılık ilkesi karşısında müdahalenin kanuna uygun olması zorunluluğu öncelikle dikkate alınmalıdır. Zira kanunilik ilkesinin ihlal edilmesi halinde müdahalenin meşru ya da orantılı olup olmamasının önemi olmayacaktır. Mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında adil bir denge kurulması gerekmekte olup sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç ile bu amaca ulaşmak için kullanılan araçlar arasında makul bir oranlılık ilişkisi olmalıdır[8].
Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi mülk edinme hakkını güvence altına almamakta ve mülkiyet hakkının yeniden canlandırılmasına olanak sağlamamaktadır. Bu kapsamda esasen malikin geri alma hakkına dair bir beklenti de 1. maddenin kapsamına girmemektedir. Ancak AİHM çeşitli içtihatlarında[9] kamulaştırılan taşınmaza ilişkin kamu yararı amacının ortadan kalkması halinde taşınmazın iade edilmesi gerektiği ve bu gerekliliğin “meşru beklenti” olduğu yönünde karar vermiştir[10]
AİHM, bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir müdahalenin, “kamu yararına” meşru bir amaç gütmesi gerektiğini ve başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir oransallık ilişkisi olması gerektiğini vurgulamaktadır. Söz konusu kişinin “kişisel ve haddinden fazla yük” taşımak zorunda kalmış olduğu durumda gerekli dengenin kurulamayacağını belirtmektedir. Dolayısıyla AİHM, malikin geri alma hakkını Ek Protokol’ün 1. maddesi kapsamında ele almaktadır.
Örneğin, Türkiye’ye karşı açılan (Keçecioğlu vd.)[11] bir davada AİHM, kamulaştırılan taşınmazın 21 yıl boyunca kamu yararı amacına tahsis edilmemesini, mülkiyet hakkının ihlali olarak değerlendirmiştir. Aynı davada, kamulaştırmanın artık kamu yararına ilişkin bir dayanağının olmadığı ve böylece eski maliklerin taşınmazın artan değerinden mahrum kaldıkları belirtilmiştir. Sonuç olarak AİHM, kamulaştırmanın başlangıçtaki meşruiyetini kaybetmesi ve 21 yıl boyunca sebepsiz bir zenginleşmeye yol açması gerekçesiyle, taşınmazın güncel değerini karşılayacak bir maddi tazminatın talep edilmesini haklı bulmuştur. AİHM geri alma hakkını sadece taşınmaz ya da bedeli ile de sınırlı tutmamaktadır. Bununla birlikte taşınmazdan mahrum kalınan sürenin de tazmin edilmesi gerektiği doğrultusunda tavır sergilemektedir. Nitekim Mahkeme geri alma hakkına ilişkin olarak kamulaştırmanın yapılmasından sonra geçen zaman koşulunu belli bir süre ile sınırlandırmamaktadır[12]
Malikin hukukî haklarının ihlal edilmesi mülkten yoksunluğun esasını oluşturmaktadır. Fakat, daha genel olarak, mahkeme sadece resmi bir kamulaştırmanın yapılıp yapılmadığını veya mülkiyetin kazanımını değil aynı zamanda fiili (de facto) bir kamulaştırmanın yapılıp yapılmadığının tespiti için durumun özgül koşullarını[13] da incelendiğinde de başvurucunun taşınmazı yönünden kamulaştırmanın yalnızca resmi nitelikte kaldığı; fiili bir kamulaştırmanın yapılmadığı da görüldüğünde bahse konu uyuşmazlık AİHS açısından da mülkiyet hakkı ihlali olarak değerlendirilebilecektir.